DUYURULAR
Panel: 1864 Sürgünü Ardından Türkiye'de Çerkesler Tüm Duyurular
01
ŞUB

 

BALKAR PANEL

1864 Sürgünü Ardından Türkiye’deki Çerkesler

17 Mayıs 2019

(Yıldız Teknik Üniversitesi İİBF Konferans Salonu)

Doç. Dr. Setenay Nil Doğan (Moderatör)

Konuşmacılar:

Doç. Dr. Fethi Güngör (Yalova Üniversitesi): “Çerkes Toplumuna Hak ve İtibarlarının İade Edilmesini Sağlayabilmek”

Erol Karayel (Gazeteci): “Kimlik ve Kültürün Korunmasında Düşünce, Sanat ve Edebiyatın Nasıl Bir Katkısı Var?”

Koordinasyon: Fatih Ekim

Belgesel Gösterimi: 1864 Tehciri ( Karadeniz Teknik Üniversitesi tarafından hazırlandı.)

25 Mart 1864 Soçi’nin işgali ve Meclis binasının yıkılması. Çerkeslere isteyenlerin Osmanlı’ya göç etmesi adına 1 ay süre tanındı. 21 Mayıs 1864 Gurandük Mihail savaşın bittiğini ilan etti.

Açılış Konuşması: Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu

Yıldız Teknik Üniversitesinde BALKAR’ın kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz 2010 yılından günümüze Kuzey Kafkasya ve Çerkesler hakkında kayda değer çalışmalar yaptık. İlk yaptığımız etkinlik 1864 Sürgünü hakkında uluslararası bir sempozyumdur. Bu sempozyum sürecinde Türkiye’de konunun gündeme gelmesini ve akademik bir tartışma yaşanmasını sağladık. Ardından seçilmiş makalelerden oluşan kapsamlı bir eser oluşturduk. Tarafımdan yayınlanan bu eserde çok sayıda yerli yabancı uzmanın makaleleri yayınlandı. 1864 Sürgünü hakkında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı çalışmadır ve pdf olarak da indirilebilir (https://www.academia.edu/10546491/1864_Kafkas_Tehciri_Kafkasya_da_Rus_Kolonizasyonu_Sava%C5%9F_ve_S%C3%BCrg%C3%BCn_Caucasian_Exodus_of_1864_Russian_Colonization_of_Caucasia_War_and_Exodus_).

Bu önemli hizmetin ardından çok sayıda panel ve sempozyumda Kuzey Kafkasya, Çerkesler ve Türkiye’deki Çerkesler konusunu ele aldık. Bir yıldan beri ise üniversitemizde Çerkesçe kurslarını başlattık. Çerkesçe hocamız Alaattin Bayram’a bu vesileyle teşekkür ediyorum. Türkiye’de ilk kez üniversite çatısı altında Çerkesçe öğretmeye başlamaktaki amacımız Kafkasya üzerine uzmanlaşmak isteyen öğrencilerimizin, tarihçilerim, siyaset bilimcilerin, sosyologların vs. araştırmalarında Çerkesçe’yi kullanarak çalışmalar yapmasını sağlamaktır. Bu çalışmaları diğer bölge dilleri için de yapıyoruz ve şimdiye kadar mütevazı fakat uzun vadede önemli olumlu sonuçlar da almaya başladık. Merkezimizin kurslarından istifade eden, yani bizim tedrisatımızdan geçen çok sayıda öğrenci şimdi yardımcı doçentlik seviyesinde farklı üniversitelerde akademisyen olarak çalışmaktadır. İlerleyen yıllarda bunların sayısı daha da artacaktır. Bu şekilde gelecekte BALKAR’ın temas ettiği onlarca bölge uzmanı Türkiye’de farklı kurumlarda çalışıyor olacaktır. Bunun da önemi büyüktür.

Fakat yaptığımız bu çalışmalar yeterli mi? Hayır, kesinlikle değil. Devletin bölge uzmanı yetiştirme politikası olmalı ve bu konuda önemli üniversiteler öncülük yapmalıdır. Bu maalesef henüz sağlanamamıştır. Bizim de daha fazla çalışmamız ve gösterdiğimiz fedakarlığı artırarak devam etmemiz gerekir.

Son olarak üzerinde durmak istediğim bir husus var: Türkiye’de gerek Çerkes, gerekse Arnavut vs. gibi topluluklar yaşamaktadır. Bu gruplar ağır baskı ve katliamlardan kurtulmak için Anadolu’ya sığınmış topluluklardır. Bu topluluklara kuçak kaçan Anadolu’da şartlar her zaman çok iyi olamamış veya siyaset her zaman çok müşfik olmamış olabilir. Bunları konuşmak ve tartışmak gerekir. Fakat bazı marjinal, fakat topluluk içinde aktif gruplar arasında Türkleri ötekileştiren bir tarih kurgusu, bir kültür kurgusu, bir siyaset kurgusu ortaya çıkmıştır. Örneğin Jıneps gazetesiyle ilgili yaptırdığımız ve yeni tamamlanmış yüksek lisans tezinde Turkofobik yaklaşım mevcuttur. Bu tür eğilimler entegrasyonu değil, ayrışmayı ve düşmanlıkları körükleyecektir. Bu nedenle bu tür marjinal yaklaşımlara kadar toplulukların çoğunluğunu temsil eden yayınların ve çalışmaların da yapılması gerekir.

Bu paneli organize eden BALKAR asistanı Fatih Ekim’e ve katkısı olan herkese teşekkür ediyorum.

Doç. Dr. Setenay Nil Doğan (Moderatör):

Yıldız-Kaf tarafından organize edilen ve bir önceki BALKAR panelinden sonra gerçekleştirilen Münazara Türkiye’deki Çerkeslerin durumunu çok net ortaya koymaktadır. Yüzde 50’lik kesim diğer yüzde 50’den çok farklıdır. Türk Milliyetçiliğine yakın Çerkesler de var. Bu farklılıklarına rağmen akşam düğünlerinde bir araya gelebiliyorlar.

Türkiye’de “misafir” olma durumu, hem içerden hem de dışarıdan zaman zaman gündeme geliyor.

Rus kaynakları 350 bin- 1 milyon arasında, Çerkes kaynakları ise 1-1,5 milyon arasında Çerkes göçmeninden bahseder. Dünyaya saçılma yüzde 80 civarında oluyor. En büyük göç Anadolu’ya oldu. Bu nedenle en kalabalık grup Türkiye’dedir.

Göçlerle gelenler için 21 Mayıs çok önemli bir tarihtir. Annebabalarımız “hicret”, bizim kuşağımızın “sürgün”, bazılarımızın da “soykırım” dediği bir olay. 21 Mayıs bir ağıt günü de değil, bir tarihi hafızayı canlandırma günüdür. 21 Mayıs son 20-30 yıllık sürecin “tatsız bir başarısıdır.” 21 Mayıs bir yok oluş hikayesini hatırlatsa da Çerkeslerin bütün dünyada seslerini duyurabileceği bir gün ve haftadır.

Doç. Dr. Fethi Güngör:

İnsanlık bakımından dünya hala iyi bir seviyede değil. Mazlumlar, mağdurlar insanlığın sahip çıkmasıyla adil bir muameleye kavuşabilir.

Rusya’da “Dağlılar”, “Cherno”- “karalar”, “Güney Rusya” gibi ideolojik art niyetli kavramsallaştırmalar var.

Diğer bir iddia olan “Çerkesleri biz sürgün etmedik, Çerkesler kendi istekleriyle, Osmanlı’dan gelen hocaları tarafından kandırılmış ve göç etmiştir” iddiası da ilmi dayanaktan yoksundur.

“Kafkas Savaşları” değil Rus-Kafkas Savaşları olmuştur. Ruslar oraya işgalci olarak gelmiştir. Henüz “Genocide” kavramı yoktu, ama Çerkeslerin maruz kaldığı bu katliam da “Genocide”dır, soykırımdır.

Kafkasya’da sürgünden önce bir soykırım var. Sürgünde özellikle Çerkeslerin alışık olmadığı deniz yolu seçildi. Özellikle bu seçimle ölümleri de kolaylaştırıldı. Kafkasya’dan göç etme olayı “tehcir” değil “sürgün”dür. Tehcirden daha ağır bir olaydır. Bu nedenle Mehmet Hacısalihoğlu’nun editörlüğünü yaptığı kitabın başlığının “tehcir” olarak yanlış seçildiğini, doğrusunun “sürgün” olduğunu düşünüyorum.   

Bir davayı dünya gündemine koyabilmek için hem akademik çalışma hem de gazetecilik alanında çalışmalar yapmak lazım.

Arşivler bu tür küresel davaların ortaya konmasında birincil öneme sahiptir. Ben Osmanlı Arşivinde uzman olarak yıllarca çalıştım. Osmanlı arşivlerinde ilginç belgeler var. Tahmini 150 milyon civarı belge var. Çok azı tasnif edilmiş. Rus, Gürcü arşivleri de var.  Bunlardan derlenen akademik çalışmalar üretilmesi gerekiyor. Hukuki çalışmalar yapılacak. Siyasi destekle birlikte bu konu dünyanın gündemine gelecek. Ermeniler kendi iddialarını dünyaya duyurmak için olağanüstü gayret göstermişler. Örneğin 1994’te 26.000 eser Ermeniler tarafından yayınlandı. Filmler vs. üretmişler.

Çerkeslerin anavatanlarına dönme hakları kabul edilsin. Bu bir insanlık görevidir. Sadece Çerkesler için değil diğer tüm bu durumdaki halklar için de geçerlidir.

SORU: Çerkes halkının hakkının ve itibarının geri alınması adına şu anda Çerkeslerin yaptığı faaliyetleri ve direnci nasıl görüyorsunuz? Biz Çerkesler başlangıç noktamızı şu andan alırsak kendimizi yetiştirdikten sonra bu hakkımızı dünya kamuoyuna duyurma ne zaman gerçekleşecek, gerçekleşecek mi?

Fethi Güngör: Ben gerçekleşeceğine inanıyorum. Dünyada şu anda çok büyük zulümler görüyoruz, yanı başımızda görüyoruz ama ben insanlığın sorunlarını şiddetle değil müzakereyle hakkaniyet temelinde çözecek bir aşamaya geleceğine inanıyorum. Biz daha ileri sosyal meseleler geliştirmeden dünyanın sonu gelmeyecek. Galip olan kötülük olmayacak, insanlık olacak iyilik olacak. Gün gelecek Rusya Çerkeslerden özür dileyecek. Başka toplumlardan insanların bu davaya sahip çıkacağına, hassasiyetini göstereceğine inanıyorum. Konu üzerine yapılan çalışmalar, tezler birike birike bilinçli kitle artacaktır.

Faruk Bey (Çoğulcu Demokrasi Partisi’den bir katılımcı) Yorumu: Fethi Bey’in söylediği Soykırım Enstitüsü’nün kurulması çok önemli. Bu Çerkes kurumlarının mutlaka bunu başarabiliyor olması lazım. Bu ortak meselede örgütlenme konusunda bunun bir bütün olduğunu mutlaka dikkate almalıyız. Siyasi gücü onun arkasına mutlaka koymanız gerekiyor. Siyasi gücü Çerkes halkı kendisi oluşturmak zorundadır, bir başkasından beklemeleri mümkün değildir.  Bu meseleyi ulusal bir mesele olarak algılamalı ve bu işin bir intikam alma işi değil, “hak arama” gayreti olduğunun altı çizilmelidir. Hak arama mücadelesinin sürdürülmesi gerekiyor.

SORU: Herkesin ulaşamayacağı belgelere ulaştığınızı söylediniz. Bu belgelerde bizimle ilgili neler gördünüz? Çerkes halkı için neler söyleyebilirsiniz? Neler yapılabilir?

Fethi Güngör: Arşivle ilgili umutlarımız var. Bir kişinin, bir kurumun çabasıyla olacak bir iş değil. Fakat bu bilgiler birikerek gerekli bilinç oluşacaktır, buna inanıyorum.

Soru: Çerkesya’dan Osmanlı topraklarına sürgün giden insanların Rus tebaadan ayrıldıklarına ilişkin belge istendiği iddia edildi. Osmanlı arşivlerinde ya da Rus arşivlerinde böyle bir bilgi var mı?

Fethi Güngör: Hayır arşivlerde böyle bir bilgiye rastlamadım.

Erol Karayel (Araştırmacı-Yazar):

Kimlik kişilerin dil, din, ulus, sosyal sınıf, memleket ayrımlarının içerisinde kendisini tanımlayabilmesidir. Bugün içerisinde bulunduğumuz kapitalist yaşam tarzının dayattığı bir modern dönem kimliği var. Bu kimlik saydığımız temel kimlikleri yok ederek insanlığı her yönüyle tek tipleştirmektedir.  Bireyselleşme bugün yalnızlık ile eş değer hale gelmiştir. İnsanlar ne için bu yalnızlaşmanın içine itiliyor? Çünkü böylesi bir yalnızlaşma kapitalist yaşam tarzının güvencesidir.

Bu girişten sonra Çerkeslerin milli kimlik üzerine kurdukları güçlü bağ da köyden kente göç sonucunda toplu yaşam alanlarının dağılmasıyla ciddi şekilde örselenmiştir. Çerkesler için milli kimliğin korunmasında yapılacak pek çok iş var. Bunların bir kısmı siyasi, bir kısmı ekonomik, bir kısmı sosyal, bir kısmı da uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanındadır. Kimlik yozlaşmasının önüne ise kültür, edebiyat ile yapılacaklar geçebilir. Varlığını devam ettirmek isteyen toplumlar özgün düşünce üretebilmek adına çalışmalıdır.

Çerkes kültürünün özgün düşünce üretebilmek için kendi kaynakları ve potansiyeli var mıdır? Varsa nelerdir?

Kabul etmeliyiz ki geçmişten gelen yazılı bir külliyatımızın olmaması büyük bir eksiklik ama yazı nihayetinde sözdür. Çerkeslerin eski kayıt olarak kağıda dökülmüş sözleri yok belki ama nesilden nesile aktarılmış sözleri vardır. Mitosları var, tarihin sırlarını saklayan bir dilleri var, sosyal kurumları, toplumsal düzeni ve toplumu tek vücut yapan ahlaki normları ve yaşam felsefeleri var. Bunları Mitoloji, Filoloji, Khabze, Apsuvara olarak isimlendiriyoruz.

Mitoloji: İnsanlık tarihinin her döneminde yer alan mitler kendilerinin diğer toplumlardan farklı olduklarını hissettirmişlerdir. Artık mitolojiler de bilimin ilgi alanına girmiştir.

Filoloji: Bu alanda yapılan çalışmaların öne sürdükleri çok büyüktür. Bizim mitolojimiz, filolojimiz kendimizi anlatabilmemiz adına oldukça önemlidir. Bunları değerlendirmemiz gerekiyor.

Khabze Toplumu: Toplumsal düzeni sağlayan kurallara dair mirasımızdır. Bu kurallar bütün toplum tarafından içselleştirilmiştir. Kafkasya’da devletsiz bir toplum düzeni kurulmuştur. Atilla Yayla Çerkeslerin Khabze toplumu üzerine çalışma hazırlamış. Khabze toplumunda devlet yoktur ama başka bölgelerde ancak devletle sağlanabilen toplumsal düzen mevcuttur.

Ahmet Mithat Efendi’nin bir makalesinde khabze toplumunu özetle şöyle anlatıyor; halkı ne vergi verir ne asker. Ne hakimdir ne mahkum. Dağda bayırda istedikleri gibi gezerler, ne nüfus kağıtları vardır ne pasaportları. Ne de bunu soracak bir merci. Kimse hiçbir yerden şüpheli denilerek geri çevrilemez. Emniyet uzuvları yerindedir. Ama ne polisleri vardır ne hapishane ne de cellatları. Mülk sahibi idiler ama tapu bilmezlerdi. İmparatorları, kralları, cumhuriyetleri yoktur. Baş şehirleri, hükümet daireleri yoktur. Bütün bunlara bakılarak Çerkeslerin bir düzenleri yokmuş demek çok yanlıştır. Toplumda düzen de vardı nizam da.

Ahlak kuralları büyüyen nesillere nasıl yaşayacaklarını, gelenekleri nasıl devam ettireceklerini örneklerle gösterir. Esir düşmemek için ölmeyi yeğlemek bir çeşit ahlak kuralı olmuştur. Khabze kültürünün öğretileri oldukça önemlidir. Misafir ağırlamadan tutun da birçok konuda bu kültürün belli başlı kuralları vardır. Bu kurallar kendi değerlerimize dikkat çekmek için parantez içi bilgidir.

Çerkesler özünü ve kimliğini korumak için bu değerlere sarılmalı ve bu değerler çerçevesinde bir düşünce dünyası oluşturmalıdır. Zihinsel üretime teşvik edecek değerlerdir.  Geleceğin inşası ancak düşünce üretip, onu olgunlaştırıp, hayata geçirerek mümkündür.

Düşünce üretmezsek ne olur?

Başkalarının düşündüklerini tüketen bir toplum olup kaybolup gideriz. Bizim kendi halkımızın değerleri alınıp üzerinde çalışılarak ancak bir ilerleme sağlanabilir.

Soru:  Sorum Setenay Hoca’ya. Bahsettiğiniz diğer yüzde elli ile nasıl iletişim kurabiliriz?

Setenay Nil Doğan:  Benim konuşmam üniversite Kaf’ları üzerineydi. Özelde üniversite Kafları için genelde Türkiye’deki bütün gençlik örgütlenmeleri için bütün bu süreci şekillendirecek olan şey ne yaptığımız kadar nasıl yaptığımız, nasıl örgütlendiğimiz. Katılımcı mekanizmaları kullanıp kullanmadığımız. Dikey örgütlenmelerden ziyade yatay örgütlenmelere ihtiyacımız var. Bir yandan daha dahil edici olmaya ihtiyacımız var. Belki sivil toplum alanından öğreneceklerimiz var.  Ben aslında Çerkeslerin bu konuda oldukça da başarılı olduklarını düşünüyorum.

Soru:  Çerkes kültürünün yaşamasına gönül vermiş birçok bilim adamımız birçok hocalarımız var. Bu hocalarımızla bir araya gelerek bir organizasyon yapma fikriniz var mı?

Fethi Güngör:  Kafkas kökenli ve Kafkasya üzerine çalışan akademisyenleri bir çalıştayda bir araya getirme girişimimiz oldu ancak sonuçlandıramadık. Kafkas Vakfı’nda zaman zaman 18-20 civarı akademisyenin katıldığı paneller düzenleme imkanı bulduk.

Rapor: M. Hacısalihoğlu ve Zehra Sivri